bugün

entry'ler (555)

sözlük yazarlarının söylemek istedikleri

Tanrım, çok soru sordum.
Bir kişide defalarca kezmiş gibi yanıldım.
Sen bize nasıl inanacaksın?

yatakta kendi kendine düşünürken lafın lafı açması

Mutlu olduğumda dışsal olarak daha çenebaz olduğumu aksi halde de zihnimin gevezeleştiğini fark ettiğim hadisedir.

abartılı vs doğal makyaj

Büyük aldatmacalı bir versustur. Doğal görünümlü makyaj adı altında bile neler neler sürülüyor. Ahh ah!

senin sertliğin bana sökmez

(bkz: ben kül yutmam)

tatil algısı

Oluşturmak için çaba harcadığımdır.

Arada adana tv'yi açıp tatildeymişim ama kötü bir oteldeymişim hissini verdirtiyorum kendime mesela.

christopher lasch

Amerikalı tarihçi. narsisizm kültürü adlı kitabında şöyle der:

Duygusal olarak sığ,yakın ilişkilerden korkan sahte bir içgörüye sahip, cinselliğin karmaşasına düşkün, yaşlılık ve ölüm korkularıyla dolu yeni narsistler geleceğe olan ilgilerini yitirmişlerdir.

shazam

Keşke aynı zamanda şarkıyı bulması için dinlettiğimiz sesin kaydını da tutsa dediğim mucizeli uygulama.

martı

Evine alkollü diye bıraktığımız arkadaşımızın, kendisinden ses geldiğini iddia ederek "ötme bülbül ötme" şarkısını hediye ettiği araç.

smash hit

Ara ara yükleyip sayesinde stres dağıttığım oyun.

Ama geçen gece telefonda değil de alnımda oynadım. Demir toplarla büyük camları kırdım. Ben geçen gece kaderimi degistirdim biraz.

polen

Gayet tatlı bir müzik grubu kendileri.

Grupla tanıştım, ay aman canlı dinledimden çok şarkılarını nasıl ezberledim tarafı daha cazip geliyor anlatmaya.

Şarkılarını dinledim. Hıçkırdım. Baska şarkılar dinledim. Hıçkırdım. Güldüm. Tadim kaçtı. Arkadaşlarım bırakmadı. Sevmediğim futbol takımının pijamalarını giydim. Hıçkırdım. Balkonda oturdum. Çalma modunu tekli tekrara alıp, yastık altına koydum. Derinden akustik bir efekt verdim. Sabaha kadar döndü durdu. Uyanınca kafamı dağıtmak için bulaşık yıkarken "ama bizi bizden çalar her gün yüzümüze bakarlar. Gez dolaş, git yavaş yavaş yaşa bu hayatı..."

benden önce

polen isimli grubun yanlış bilmiyorsam çıkış şarkısıdır. Şarkıyı canlı dinleme şansım oldu. Bir dakikalık hali var ama keşke daha uzun bir kayıt alabilseydim dedirtti. Spotify'da da şarkı mevcut.

Dipli not: şarkının ilk bölümüne bayağı bırakıyorum kendimi.
"Yüzyıllık yalnızlığım var
Ama sorsan alışmam."

odinin oglu

Kırmızı papuçları ve hala uzun saçı olan yazar.

Uzun süre sonra metrobüste karşılaştım. Ben körükte giderken o çaprazımda oturuyor şu an. Bir kere göz ucuyla baktı. Neden küstük, neye kızdık hatırlamıyorum. Ama ben olsam ben de yer vermezdim. Çünkü fıtığım var. Tuhaf oldu yabancı olmak. Neyse, belim ağrıyor başka dert istemiyorum.

iz bırakan kitap cümleleri

birhan keskin - Ba

“insanın hayatla kurduğu ilişki en çok ellerinden okunurmuş. Ellerimden okunuyor: Sakin, zarif, yavaş, kuru. Usul usul saça, yaprağa, suya, kapıya değiyor. Usulca günü geceye, geceyi güne çeviriyor. Ellerim, hayata karşı yeni bir merhamet.“

büyüdükçe özlenen şeyler

büyümüş burunda tüten şeylerdir.

Turnikelerin altından geçince ses edilmemesi, yorulduğun zaman kollarını uzatır uzanmaz birinin kucağında taşınmak, “çocuk o boşver.” Denilip ayıplanmamak, aileyle geçirilen daha çok zaman, anaanne köyünde çamın altında bütün kuzenlerle tek battaniye altında korkunçlu hikaye anlatma geceleri, en büyük sorunumun bile aslında küçümencik olması...

sözlük yazarlarının çizimleri

Dört ayak üzerine düşme hadisesini bir nebze açıklayandır.

görsel

sözlük yazarlarının çektiği fotoğraflar

Bu da bir manzara, derim.

görsel

bir şairden bir cümle

...
Yarala bir bakışla ki bu sahipsiz arayış başka aşka itmesin.

cengizhan genç- kötü

günaydın

Sabahları anne ve babamı işe gitmeden yakalayabilirsem arkalarından sinsice gelip tontiş yanaklarını ve göbeklerini mıncıklarken heyeceleyerek söylediğim kelime.

Geç kalktığımdaysa babaannemin kendi gençliğini hatırlayarak sitemli Bir şekilde "ohoğoğ, yeni mi uyandın sen? tünaydın."a evirdiği enerji emen karşılaşaması.

her gün 5 bardak kahve içmek

Beraberinde bol bol su içmeyi gerektiren eylem. Yoksa, hık!

canan saka

masa dergisi'nin ikinci sayısında hikayesine rastladığım yazar. Tanışın isterim.

Canan Saka - Düşmez

“Biz hiç duramayalım diye yazılmıştı tüm mutlu sonlar, bütün o filmler, kitaplar, masallar. Bu hayatın, eninde sonunda bize bir mutlu son vereceğine inanmamız için kurgulanmıştı her şey. Çok çalış, çok koş, çok iste, çok, çok, daha çok… Ki varabilesin hayatın o harika, pembe panjurlu mutlu sonuna. ”

Dün gece on beş saat çalıştıktan sonra otelden çıktım. Çalışanlardan ikisi birbirine girmiş, gelmemişler. Olan bana oldu tabii. Şikâyet etmiyorum, kimseye de bir şey söylemedim zaten. Çünkü biliyorum, bunun böyle olması benim suçum. Hayat bana hep adil davrandı. Başıma gelen her iyi şeyin ve kötü şeyin bizzat sebebi benim.

O yüzden cehenneme gittiğimde “Harlayın ateşi!” diyeceğim. “Ben adalet istiyorum. Buysa eğer cezam, buyursun yaksın.”

Babam “işe gidip gelirken yürü, zayıfla biraz” diyor. Bir de “iş yerinde sana haksızlık yapılmasına izin verme, sen çalışmak zorunda değilsin. Sen bana yük değilsin” diyor. Babam, çocuğunu korumaya çalışan sıradan bir baba. Fakat bilmiyor ki… Ben ona yüküm, yedi milyar nüfusu olan dünyada yeryüzüne, bastığı toprağa yük olan da bir tek benim. Bütün evlerin, bütün hayatların, bütün sokakların fazlası bir tek benim.

“Sürekli kaçıyorsun” demişti bir arkadaşım bir gün. Evet, kaçtım. işime gelmeyen her şeyi görmezden geldim. Dayanamayacağım derecede burnuma kadar geldiklerindeyse kaçtım, arkamda yıkık dökük hayatımı bırakıp…

Bir sürü başka hayatım var. Hiçbirini hiç kimse bilmiyor. Bazılarını ben bile unuttum. Her seferinde inandım, bu kez yepyeni ve en güzel olacak olan hayatımı kuracağıma.

Her seferinde de battım dibine. Hepimiz çok kariyerli, çok CEO olmak için gelmedik ya bu hayata! Benim en iyi yaptığım şey de bir boku düzgünce yapamamak olsun. Olsun, varsın.

“On beş saat çalıştım bugün, bir dondurmayı hak ettim” dedim. Dondurma dolabını gördüğüm ilk dükkâna girdim. “Hanımefendiye bakın!” deyince biri, dükkândaki üç çalışan birden geldi yanıma.

- Kâsede dondurmanız yok mu?

- Maalesef ama bakın bunlardan bir alınca ikincisi bedava.

- Tamam, biraz kiloluyum da o kadar değil.

Güldürdüm adamı. Sonra o bedavalı dondurmadan aldım bir tane. Ufak bir çırak var, ona verdim bedavasını, iyi bir insan olduğumdan değil, öyle gerektiğinden, iyilik yapmaktan başka çaremiz olmadığında yaptığımız iyilikler de iyi insan hanemize yazılır mı? Elimdeki fazla dondurmayı çöpe atmak yerine çırağa vermem beni harika bir insan yapar mı? Ama her küçük hareketimize elli tane anlam yüklemeden yaşayamayız, değil mi?

Yürüdüm. Yürüdüm… Bir sürü şey düşündüm yürürken. O geceyi, diğer gecelerden farklı hale getirmedi hiçbir fikir. Yürüdüm yine de.

Yürüyüp bir yere varmam ya da olduğum yerde kalmam bir şeyleri değiştirecekmiş gibi yürüdüm. Sanki herhangi bir yol, herhangi bir yere varabilirmiş gibi yürüdüm.

Yürüyüp de varacağım o dağın tepesine değil de yol kenarındaki ağaçlara baktım, çiçekleri kokladım, karıncalarla konuştum. Ellerimi dokunduğum ağaçlara bıraktım. Ayaklarımı yola teslim ettim. Durmaya niyetlendiğim an yıkılıp döküldü dünya.

Bir yere sabitlenip de yazacağımı sandığım mutlu son, yalandı. Hayatın bir mutlu sonu yokmuş, öğrendim. Yolun keyfini çıkarabilirsen ne âlâ…

Biz hiç duramayalım diye yazılmıştı tüm mutlu sonlar, bütün o filmler, kitaplar, masallar. Bu hayatın, eninde sonunda bize bir mutlu son vereceğine inanmamız için kurgulanmıştı her şey. Çok çalış, çok koş, çok iste, çok, çok, daha çok… Ki varabilesin hayatın o harika, pembe panjurlu mutlu sonuna. En harika senaryo seninki olsa bile, bir emekli maaşı ve işe yaramazlık hissiyle bitireceksin ömrünü.

Yürüyüp giderken korktum, bugünkü korkularımı bir gün kaybedeceğim diye. Bir yerde sabitlenip kalmaktan korktum. Bir adama, bir çocuğa, bir işe sabitlenip kalmaktan korktum.

Yürüyüşümü yavaşlatacak hiçbir şeyi istemedim. Bir adam çok âşık olmasın bana mesela, bana çok âşık bir adamı bırakıp da yürüyüp gidemem ben. Bir gün gözümde “Senin yüzünden gidemedim ben” bakışını görecekse eğer, olmasın bir çocuğum. Çok param olmasın, o çok parayı kazanmak için bir yerlerde sıkışıp kalmasın hayatım. Sorumluluktan kaçmak mı diyeceksiniz buna? Kaçıyorum, evet. izninizle sizin çizdiğiniz o çok sorumluluklu hayatı yaşamak istemiyorum. Ben yürüyüp de sizin mutlu sonlarınıza varamıyorum. Bırakın, şu köşede durup çiçekleri seveyim.

Kalbimi parçaladı o sahip olamayacağım sevgili eş, o güzel çocuklar, o büyük pencereli huzurlu ev. Kaçtım, bütün bunları kurup bir gün kendi ellerimle parçalamaktan.

Hiç durmadan yürüdüm.

Eve vardım sonra. Annem uyumayıp beni beklemişti, her gece yaptığı gibi. Ben de her gece olduğu gibi “N'aber kanka?” dedim ona.

“iyiyim, kuzum. Sen nasılsın?“

"iyiyim” dedim.

iyiydim.